7 Mart 2014 Cuma

Geceler

Geceler mi uzun olan yoksa şarkılar mı? Sokak lambalarının kimi aydınlattığından haberi yok bir anca güneş çıksın diye dua ediyor. Parkta oturan sevgililer hiç sabah olmaması için dua ediyor. Bense şu an hayat dursun diye dua ediyorum. Kafamda hiçbir şey yok çünkü. Tamamen bir boşluktayım. Tamamen şu an var aklımda. Ne geçmiş, ne gelecek umurumda değil.
Eğer sabah olursa, insanlar mutlu olacak. Koşup eğlenecek. Bense o sırada rüyalarımda senin günahlarını seyredeceğim tekrardan. Geceleri hep yalnız zannederdim ben. Fakat parktaki çifti görünce anladım. Ben yalnızım. Gecenin bir suçu. Ayında elinden gelen bir şey yok ki. Kendini ve karşımdaki suyu aydınlatabiliyor sadece. 
Eskiden aşklar ne güzelmiş değil mi, bak şimdi bu çift de böyle, parklarda. Eskiyi yaşamak istiyor onlarda. Gerçeği. Şıpsevdilikten yana tam sevmeyi ve bir sevmeyi istiyorlar. Tüm aşkını ve yüreğini birine aktarmak istiyorlar. Her gece başkasına bölüştürmek, bölüştüremediğine sahte sevgiler aktarmak istemiyorlar. Onlar doğru olanı yapıyor, siz yanlış olanı. Ben mi? Bense hiçbir şey. 

Gül, Papatya ve Sen

Yalnızca çiçekleri kullanarak bir yazı yazabilir miyim? Ya da kötü hiçbir şey bulunmayan bir yazı yazmak mümkün mü? Bu da benim için bir deneme.
Ben bir yazıda gülden bahsedeceksem bu çöldeki bir gül olmalı, sıradan bir gül değil. Ya da bir çiçek olacaksa benim yazımda bu kutuptaki bir papatya olmalıdır. Yaşamak için eliden geleni yapanlar.
Tıpki senin güzelliğin gibi. Nadir bulunur şu dünyada. Bu kadar pisliğin içinde temiz kalmaya çalışanlar.
Türünüzün tükenmek üzere olduğunu biliyorum. Artık doğal güzellik kaldı demek bile zor şu dünyada. Bir güller, bir papatyalar, bir de sen…

Kitaplar

Sanki tüm şairler ve yazarlar bizi biliyordu. Sanki onlarda bizi düşünüyorlardı. Bizi yaşıyorlardı. Yoksa ben neden her kitapta seni düşüneyim. Hemde sıradan bir kitap da değil basım yılı ben doğmadan 30 yıl önce. Ancak içinde neden sen varsın. Neden seni hissediyorum her cümlede, her kelimede neden senin kokun işliyor içime. Neden her okuduğum kitabın ardından Tanrı’ya beni bırakmaman için yalvarıyorum.
Her kitap biter güzelim. Ancak tekrar okuduğunda başka şeyler hissedebilirsin. aşka bir güzellik bulabilirsin. Benim tüm kitaplarım böyle. Tekrardan, en baştan okumaya başlıyorum. Farketmediğim birçok güzellik var, daha önce okuduğumda görmemişim. Tıpkı sana bakışım gibi. Bitti sanıyorum ancak gözlerin bana her saniye bambaşka bir güzelliği gösteriyor. Sevgini.
Her baktığımda gözlerine sevgini görüyorum. Belki de benim gözlerimin yansıması bu belki de ikimizde aynı anda aynı şeyi görüyoruz. Orasını çok düşünemem. Yalnızca kitaplarımı hergün çoğaltmaya çalışıyorum. Sonsuzluğa ulaşmak için.

En Güzeli

En sevdiğim kitabım olur musun? Biraz yıpranırsın benimle. Kitaplığımın en başında durursun. Kapağın hep odaya bakar. Ezberlerim seni. Canım her sıkıldığında, o ana uygun bölümü açıp okurum. Çünkü senin sınırsız  güzelliğin var. Kitabım olup beni ağlatır mısın? Saatlerce kendine bağlayıp beni bu dünyadan koparır mısın?
Ya da şişenin dibinde kalan şarabım ol. En değerlisidir o. İçmek ve içmemek arasında saatlerce tartışma yapılabilir. Ancak içtiğindeki mutluluk paha biçilmez.
En sevdiğim şarkı olsana. Her yerde dinlerim seni. Yaz aylarında plajda, kışın camın kenarında. Her dinlediğim de farklı bir söze takılırım. Ancak nakarata hiç eşlik etmem ben. Orası senin.
En sevdiğim gömleğim ol bence. Giydiğimde daha güzel hissedeyim kendimi. En mutlu en dinç günlerimde giyerim ya da önemli günlerde. Onunla daha şanslıyım çünkü.
Ama sen benim sadece sönmeyen izmaritimsin. Zaman ilerledikçe içimi yakan ve rahat bırakmayansın.
Yine de sen en güzelisin.

Saka Kuşu*

Bana zaman ayırabilecek misin o tatlı hayatında? Belki de tüm zamanını verirsin bana, belki de hayatını verirsin. İstediğimde bu zaten. Benim hayatım senin, beni ısıtan güneş, beni ıslatan yağmur. Hepsi senin. Sabah beni uyandıran saka kuşu, gece uykumu kaçıran baykuş. Hepsini al. Denizde peşinden koşup yakalayamadğım o mavi balık varya al o da senin olsun. Denizlerimi al hatta. Sevincimi, hüznümü, heyecanımı. Ama bana birşey ver sevgi, senin sevgini. Senin saka kuşun, senin güneşin kalsın sende. Sen daha fazla ısın, sen daha mutlu ol. Bana yalnızca sen lazımsın.
Korkuyorum yalnız bir şeyden. Herşeyimi alıp hiçbir şey bırakmazsın diye. Başkasına verecek birşeyim kalmaz. Ölene kadar yalnız uyuyup, yalız uyanırım. Aslında birşey vermeyecceksen saka kuşu kalsın. Uyandırır beni sabahın erken saatlernde. Kahvemi ve sigaramı alıp otururum bende yanına. Suyunu ve yemini veririm ona. Ancak asla bir eş almam. Üzülmesine dayanamam çünkü bu hayattaki tek mutluluk kaynağımın. Ya eşi kaçıpta bir atmacaya yem olursa benim saka kuşum üzüntüden ölür. Ya ölürse eşi benim narin kuşum yine ölür.
Eğer geleceksen hepsini al ama gelmeyeceksen saka kuşunu bırak bana. Yalnızlığımın güzel bir sesi olsun. Herkes aşkımın güzelliğini anlasın.

* İlk yazım

Bardaki Adam

Oturuyordu tek başına bir sandalyede, boş gözlerle süzüyordu etrafını. Dışarıdan çok mutlu gözüküyordu çünkü önce sağ ayağını sonra iki ayağını birden yere vuruyordu. Chuck Berry - Back in the USA olabilirdi bu şarkı, yani benim aklıma gelen ilk şarkı bu.
Sonra düşündüm de aslında mutlu değildi birşeyleri unutmak, içindeki acıyı bastırmak için gelmişti buraya. Yoksa neden öğlen saati gelsin. Kıyafetleri, ayakkabıları ve saçları çok düzenliydi buraya gece gelse kesinlikle kendine bir arkadaş bulabilirdi. Ama o öğlen gelmeyi tercih etmişti çünkü istemiyordu kimseyi, ihtiyacı yoktu. “O” olmadıkça.
Üçüncü birayı da içtikten sonra ayağa kalktı cebinden biraların parasını çıkarıp masaya attı ve garsona selam verip barmene çıktı.
İçinde ne vardı bu adamın? Büyük acılar olsa gerek. Kimdi bu adam? Sence kim? Ben düşündüm de bu adam “ben” olabilirim.

Bir Avuç Su

Gözlerin benim için uzaktaki bir deniz. Sahilinde oturup geceler boyu ağlayıp tanrıdan gözyaşlarım için merhamet dilediğim bir deniz. Belki de benden, benim gözyaşlarımdan besleniyorsun. Belki de sen bir göldün ve ben ağladıkça deniz oldun. Dalgarın her gece yüzüme vurur, acıtır içimi. Bazen dikkatlice bakıyorum o denize de sonu yok. Bitmiyor, her yanı başka bir güzellik, başka  bir şarkı. O deniz benim ömrüm boyunca yüzmek istediğim tek yer. Biliyorum birgün gireceğim o denizin serin sularına ve seninle birlikte yüzeceğiz.
Benim gözyaşlarım bitmez ki ağlamakla. Her ağladığımda daha da çok seviyorum seni. Eğer ki acırsa, göremezse ve kurursa gözlerim. Bana bir avuç su verir misin denizinden?

Benimle Yüzmek İster Misin?

Sen hiç denedin mi sabah erken saatte kalkıp denize girmeyi? Boyunun 3-4 katı yerde yüzmeyi.Sarılacak bir yılan bile yok. Düşünsene yapayalnızsın. Bir yengeç görürsün kumda,  6 metre derinlikte suyun içine daldığında bir yengeç görürsün, ufak. Onun dünyasıdır orası. Temizdir. Çok güvenli değildir fakat yalan yoktur, aldatma yoktur. O hayatında kötülük görmemiştir. Bilmez iyiyi, kötüyü. Uçsuz bucaksız denizin her yanı dürüstlük ve saflık doludur. O kötülük görmez çünkü deniz dalgalı olduğu zamanlar kayanın içindeki yuvasına saklanır. Bekler dalganın kesilmesini. Benim hayatımdan sert dalgalar hiç eksik olmadı. Ben kaçamadım yuvama. Yalanlardan, aldatmlardan kaçamadım. Gördüm tüm kötülükleri.
Şimdi yalnızım. Kendi denizimi yaratmak istiyorum. Ancak öyle bir deniz olacak ki içinde kaya olmayacak. Çünkü hiç dalga olmayacak, kötülük olmayacak ki yengeçler rahat gezsin. Temiz ve düzenli bir deniz olacak.

Peki ya sen.

Benimle yüzmek ister misin?

Karadeniz

Ah be Karadeniz. Seni Cebeci sahillerinde tanıdım. İlk biramı sana bakarak içtim. Belki de şişesini sana attım hatırlamıyorum. Bana hep iyi davrandığın için atmamış kabul ediyorum. Senden hiç uzaklaşamadım. Maviliğini sevmezdim bir tek senin. Sıradanlığı anlatırdı bana. Geceleri çok güzeldin. Yağmurda top oynayınca üstü çamurlanan ve annesinin zorla yıkamaya çalıştığı yedi yaşındaki bir çocuk gibi çırpınırdın her gözyaşı damlattığımda. Ben çok ağlardım değil mi? İnsanlar hep merak ederdi niye bu kadar dalgalı diye bu deniz. İyi ki hep sessizce ve gizli ağlamışım yoksa dayak yiyebilirdim. Sahi ben neden ağlardım? Bak şimdi Zonguldak'ta bir evin sekizinci katında balkona çıkmış elimde kalemim, masamda bira ve sigaram var. Büyümüşsün sanki biraz. Şimdi o kadar hırçın da değilsin. Gözyaşlarım sana yetişmediğinden dolayı öyle olduğunu varsayıyorum. Dur be denizim bir saniye. Konuyu kaçırdık resmen. Ben ağlardım çünkü sevdiklerim beni hiç sevmedi. Beni sürekli üzdüler. Gözyaşlarımla mı büyüdün yoksa sen? Ne oldu şimdi dalgaların kesildi hafiften. O gemi ne öyle kocaman. Rahatsız etmiyor mu seni? Kaybolma bir yere bir sigara daha saracağım. Bir uğultu var sende. Cevap vermek mi istiyorsun yine bana. Senin haline de üzülüyorum. Artık ağlamıyorum çünkü ben. O kadar alıştım ki yağmura, ıslanmıyorum artık. Yok bu gece de sen mavi olana kadar burada kalacağım, üzülme. 
Eğer bir gün tekrar ağlamaya gelirsem sana. Yol ver gözyaşlarıma da gitsin. Ulaşşın ona. Hani her yıl yüzlerce kişiyi öldürüyorsun ya. Ben gelirsem beni de al lütfen. Seninle öğrendim yaşamayı. Sende son bulsun istiyorum. 
Çırpınmaya devam et Karadeniz. Ölmeden bir kez daha görmeye geleceğim seni. Kumlarına gömeceğim kendime. Sende inciler dizersin belki yoluma. Bir aşk isteyen baksın, görsün. 
Aşk ölmektir. Aşk boğulmaktır. Karadeniz, aşkın sahibidir. 

Akıllı Bir Deli

Nerede ve kimlerle yaşadığını biliyorsun değil mi? Etrafında onlarca insan var, farkındasın değil mi? Hepsinin gerçek yüzünü görüyorsun. Sen akıllı birisin çünkü. Anlayabiliyorsun insanları. İçindekileri görebiliyorsun. 
Sabah uyandığında kapıcının gece ne yaptığını ve seni görünce ne düşündüğünü biliyorsun. Çorbacının sırf para için sana saygıyla eğildiğini görüyorsun. Akıllısın sen. Sana sigara uzatan arkadaşının senden ne beklediğini biliyorsun sen. Sana para yollayan ailenin de. 
Aslında sen bir delisin. Çünkü seviyorsun. Göremiyorsun ondaki boşluğu. Bakışlarını bir deniz dalgası, elini tutuşunu bir kasırga, öpüşünü ise cennetten bir parça olarak görüyorsun. Farkında değilsin. Sen ilk değilsin, son da olmayacaksın. O sana yaşattığı her şeyi başkasına da yaşatacak. Sen akıllı bir delisin. O sadece akıllı. Deli olmasan sevemezdin. Sevgi akıl işi değildir. Sevgi yürek işidir. Ve eğer seviyorsan, aklını kaybetmişsin demektir. 

6 Mart 2014 Perşembe

Gözlerin

Bazen bir şiir yazmak istiyor canım. Kalemi, kağıdı alıyorum elime. İlk kelime gözlerin oluyor. Devam edemiyorum çok, yarısında atıyorum. Bilmiyorum ki derinliğini tamamen anlatabileyim. Sonra şarkı yazayım diyorum, yine gözlerin. Gözlerini anlatıyorum. Ama onlara uygun besteyi yapacak insanlar şu anda mezarlarında yatıyorlar. Kimse anlayamaz ki beni onlardan başka. Bir Bach ezgisini bugün kim yapabilir? Kimse yapamazsa, senin gözlerinin şarkısını da kimse besteleyemez. 
Bildiğim işi yapayım, yazı yazayım dedim. Başlığı gözlerin oldu. Hiç bırakmadılar peşimi. Senin gözlerin elaya çaldıkça, yüreğimi aşka çağırıyordu resmen. Onları görebilmek için her şeyimi verirdim. 
Sahi gözlerine baktığımda sevgi görmüştüm. Ya benim gözlerimin yansımasıydı o ya da ikimiz de aynı anda aynı şeyi görüyorduk. Sevgiyi. Bir şarkı yazamazsam da gözlerin benim en sevdiğim şarkı. Bir şiir yazamasam da gözlerin benim okuduğum en güzel şiir. Tüyleri diken diken edenlerden. Yazdığım yazı ise sadece yakıp unuttuğum sigarayı götürdü hayatımdan. Bir de sanırım on iki dakikamı. Ne olacak ki? Sigarayı geçtim, al bundan sonraki tüm on iki dakikalarımı gözlerine hapset. Razıyım. 

Kış Papatyası

Güneşin doğmasına az bir süre kalmıştı. Kış papatyası yine üşümüştü, o kadar üşümüştü ki yorganına sarılmaktan kolları yorulmuştu. Soruyordu İstanbul'a "şimdi mutlu musun?" diye. Yalnızdı çünkü yine. Hepsinin sebebi İstanbul'du. Uyandı. Güneşi aradı, bulamadı. Sağ kolunu yorganın dışına çıkardı, çok soğuktu. Çıkmak istemedi yine bu kirli dünyaya. Bu güzel papatyanın ne işi vardı orada. Bir saniye o bir papatya değil mi? "Onun kış mevsiminde ne işi var?" diye sorduğunuzu duyuyor gibiyim. Bu kadar yalan, bu kadar kötülük varken artık ona her mevsim kış. Her mevsim hüznün bir kat fazlası. Her mevsim kar yağar yüreğine. Artık kış papatyası o ve çok güçlü. Yaşamayı başardı bunca süre. Devam edecek biliyorum. Tüm temizliğini korumuş, güzelliğini, iyiliğini içinde saklamış hep. Bazen gözlerinden aksa da bunlar, tutmak için elinden geleni yapıyor. 

Dışarı çıktığında güneşi gördü. Fakat uzun sürmedi hemen kayboldu. Güneş bile aydınlatmak istemiyordu bu dünyayı. Bizim papatyamız için durum gittikçe zorlaşıyordu. Aslında biz ne kadar aydınlıkta sansak da kendimizi zifiri bir karanlıkta yaşıyorduk. 

Papatya tuzlu bir esintide yürüyordu. Minik ellerini montunun ceplerini sokmuş. Bere ve atkısının dışında kalan ufak, tatlı burnu kızarmıştı. Evinin sokağından sağa dönünce bir çay bahçesi gördü. Hiç düşünmeden girdi oraya. Sanki evden buraya gelmek için çıkmıştı dışarı. Çardakta oturup bir papatya çayı istedi. O sırada karşısına bir adam geldi. Oturdu. "Merhaba, siz kış papatyası olmalısınız" dedi. Papatya şaşırdı. Güzel gözlerinde bir pırıltı oluştu. Biri anlamıştı onu. Sonunda onu anlayan biri çıkmıştı. "Sen kimsin?" dedi papatya. "Ben çam ağacıyım" dedi adam. Papatya şaşkınlıkla "Sen hiç üşümüyor musun yani?" dedi. Adam kafası öne eğik bir şekilde "Yıllardır öyle çok üşüdüm ki yüreğim, ruhum alıştı buna. Artık üşümüyorum. Fakat sizin gibi bir güzellik görünce yüreğim yandı resmen. Sanki bir alev topu girdi içime. Yıllardır böyle ısınmamıştım. Size çok teşekkür ederim. Hissizleştim ben artık. Bende hep kışları yaşadığım için anladım seni. Diğer insanlar kendini hep bahar mevsiminde sandığı için seni sıradan biri olarak gördü fakat değilsin. Ben bunu biliyorum. Şimdi sana bir kere bile seni seviyorum demeden gideceğim. Eğer ki bir gün bahar mevsimi gelirse hayatına, gel beni de çağır yanına. Beraber seyredelim güneşi. Bir yere hareket etmiyorum zaten. Ben hep kış mevsimindeyim". 

Papatya daha da şaşırmıştı. Belki seni seviyorum demesini istedi fakat söyleyemedi. Ama papatyanın artık düşündüğü birkaç şey kalmıştı. Çam ağacı olarak kış mevsiminde yaşayıp gidecek miydi yoksa bir an önce baharda kendini güneşin ateşine bırakacak mıydı? Baharda güneş ondan daha sarı mıydı acaba? Peki ya çam ağacı. Onu alacak mıydı sonradan yanına? Bunu bilmiyordu. 



Ateş

"Ateşin icadından önce ölüp cehenneme giden mağara adamının dehşeti içerisindeyim. " Ne kadar da harika söylemiş Murat Menteş. Güçlü ve bir o kadar da anlaşılır bir söz bu. Aynı benim sevmeyi öğrenmeden önce sana aşık olmam gibi. Daha bir sevgi görmeden her şeyi birine vermem ve hayatta yalnız kalmam. İşte o zaman bu mağara adamının dehşeti benim dehşetimin yanında hiç kalır. Çünkü ben ateşin ne olduğunu biliyorum hayret ettiğim şey kalbimi nasıl yaktığı. Ateşi biliyorum ancak nasıl yaktığını ben sadece içimde hissediyorum

Keşke

Yürüyordum yine ellerim ceplerimde. Yağmur damlaları sert vuruyordu. Acıtıyordu yüzümü. Şemsiye kullanmadım ben hiç. Seninle birlikte yağmurda yürüdüğümüz günler hariç. Belki de o yüzden kullanmıyordum. Gri parkelerin her birine dikkatlice bakıyordum. Bazen altı boş oluyor basına su sıçrıyor. Botlarım olsa korkmazdım ama spor ayakkabıyla çıkmıştım. Haberim yoktu yağmurdan. Her zamanki gibi aynı kafeye gittim. Garsona sadece elimle o saçma işareti yaptım ve 2 dk sonra çayımı getirdi. Telefonu elime aldım. Hiçbir şey yok. Bataryam zayıfmış sadece. Rehbere girdim. Buldum seni. Ara, kısa mesaj gönder, sil. İlk iki seçenek çok cazip gelmişti. Ama yapamadım sil dedim. Emin misiniz? -Evet. Silindi. Kurtuldum mu? Ezbere biliyorum ki. Numaranı da , evini de, seni de ezbere biliyorum. Şekerlerim ıslanmıştı. Hiç dokunmadım. Şekersiz içerim ne olacak dedim. Sanki tat alıyordum. Sen yokken her şey boş hayatımda. Mesela omlet yaparken pul biber atmıyorum. Pilavı zeytinyağıyla yapmayı da bıraktım. Sen yemeyeceksin artık. Özenmeme gerek yok. Aslında biraz rahatladım. Pilavı çatalla yemiyorum kaşığı geçiriyorum direk. Siz asil aileydiniz ya. Sizin gibi davranıyordum. Bıçak kullanmıyorum şnitzel yerken çatalın yanıyla kesiyorum mesela. Balkonda değil de mutfak masasında içiyorum sigaramı. Sen gittiğin gün oturdum bilgisayarımın başında. Behemoth açtım. Sen Iron Maiden’a sert derdin. Behemoth nasıl dinleyeceksin. Son ses açtım hemde. Sen gittiğinden beri pizza yemiyorum ben. Sevmem ki ben öyle yemekleri. Ben sote, köfte filan yerim. Pizza neymiş. Kahvaltılarda da çorba içiyorum genelde. Hani bir gün sormuştum ya. Kahvaltıda çorba içelim mi diye sende şey demiştin “o ne ya” rahatladım be. Yarım ekmek bitiriyorum her kahvaltıda. Seninle yaptıklarımız neydi. İki zeytin. 20 gr peynir domates vs. Ben senin gibi olmaya çalıştım. Sen hiç bana yönelmedin. Bir gün yoldan geçen simitçiden simit almıştım da ben yemem demiştin. Ben yerim. Dün sabah, iki tane yedim.

Ama bir gün gelecek ya. Ben böyle bir durumdan büyüyeceğim. Benden altta olacaksın. Belki beni isteyeceksin. Keşke diyeceksin. Deme. Ben dedim zaten. Keşke seni sevmeseymişim.

Ayaküstü Yazılardan

Hani bir arkadaşınla alıp biraları oturursun ya. İncesaz açarsın arkada. Şu an bende olduğu gibi. Muhabbete başlarsın. Oda duman altı. Kafan bulanık. Anlatır durur arkadaşın. Anlamazsın ne dediğini. Ancak öyle bir söz der ki kendine yediremezsin. Algılarsın hemen. Kimse benim kadar sevmedi der arkadaşın. Sen düşünürsün “O” nun gözlerini. Hafif bir gülümser. Şişeye bakarsın. Önce yazısını sökmeye çalışırsın. Yarısında kopar vazgeçersin. Sigaraya uzanır elin. Bir bakmışsın ki onun da yarısını rüzgar içmiş. Baktım da şimdi de öyle. En sevdiğin parçanın çaldığını farkedersin birden bir bakmışsın sonuymuş. Aynı hayat gibi. Sensizken her şey yarım. Zaman geçtikçe elde kalan bir hiç sevgilim.

Çöl Gülü

Hep üzülüyordum kendi kendime. Sevdiklerim birer birer ayrılırken acaba ne zaman gerçek sevgiyi bulacağım diyordum. Aşksız duramıyordum. Sanki bağımlılık yapmıştı. Hani her gün ilk aklına gelen sigara olur ya. Bende uyanınca hemen seni arıyorum işte. Sensiz duramıyorum, aşksız duramıyorum. Seni gördüm göreli, gözlerimiz seviştiği ilk andan beri. Her gecemde ve sabahımdasın. Sen bu dünyadaki tek çöl gülüsün. Yalnızca benim aşk bahçemdesin. Ve tek sen varsın. Sen vazgeçilmezsin.

Ellerin, boynun aşk kokuyor resmen. Gözlerin hep aşk saçıyor. Bazen düşünüyorum da keşke -hep keşke- hepsi bana olsa.

Yazarlar

Bazen sarhoş olmak istersin de paran yoktur ya. Aslında bazen gözlerinde yetiyor sarhoş olmama. Kendimi kaybediyorum. Sonra kapanıyor birden o gözkapakların. Zaten her şey siyah bari sen solma diyorum içimden. Neye yarar. Gideceksin zaten sahi hiç gelmedin galiba. Ama olsun. Gelsen de gideceğini biliyorum. Aklıma gelenler başıma da gelseydi şimdiye kadar  milyonlarca “sen” düşmüştü başıma. Mesela her sabah uyandığımda güzel bir kahvaltı yapmayı düşünmüyorum artık. Seni düşünüyorum. Dünyanın gizemini, sırlarını arıyorlar ya hala. Yüzyıllar önce yazılmış kitaplarda, milyonlarca yıl önce çizilmiş şekillerde ya da görünmez olan şeylerde. Bana sorsunlar. Gözlerin derim hiç düşünmeden. Her şey orada.
Ben sana seni seviyorum demesem de sen yine güzel olacaktın. Sen yine bir melek kalacaktın. Fakat istiyorum ki gel benim güzelim, benim meleğim ol.
Murathan Mungan demişti “Bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca senin haberin olmadan yaşamış birine, bütün hayatını anlatmak istersin” diye. Ben istemiyorum. Çünkü anlattım zaten. Ama tüm imkansızlıklar aynı kapıya çıkıyordu. Senin nefesini solumak için bir şansım daha olsa. Hayır diyemez, reddedemezdim.
Kimse inanmıyor benim seninle olacağıma. En çokta sen.  Siz inanmadığınız için benim yaptığım her şey bana değer katacak. Benimle olmasan bile. Vazgeçmeyeceğim. Seni severken ölürüm. Ama vazgeçmem. Bir ama daha var. O da Selim İleri – Dostlukların Son Günü’nden.
“Ama bir gün kahvaltıdan sonra gelmezsen. Bir gün seni bir aynadan bir başkasına bakarken görürsem, telefon boş odanda boyuna çınlar, çınlarsa. O zaman, anlatılmaz bir acıdan sonra -çünkü insan yüreğinin derinliğinde sınır yok-, o zaman başka bir sen ararım, başka bir sen bulurum”.

Bu yazımda hayatımın en değerli varlıklarından, kitaplarımın yazarlarından alıntı yaptım. Çünkü onlar olmasa bugün bunu okuyor olmazdın.

Aşk

Aşk biter mi? Aşk bitmez. Aşk gider yalnızca. Küçük bir balığın elden kayışı gibi, sıkıca tutmaya korktuğun bir kelebeği salmak zorunda kalırsın elini açarsın avucunda az bekler ve gider ya hani işte öyle. Daha fazla sıksan ölecektir çünkü. Aşk gider fakat hatıralarını bırakır sana. Bir kitabın ilk sayfasında kalır, bir parfümde, oyuncak bir karavanda, bir şarkı sözünde, bir market fişinde, elindeki ufak yarada. Aşk bitmez ki hiç. Aşk sonsuzluktur. Bir mumda kalır belki, bir filmde, deniz kıyısında bir kayada, bir sigara tabakasında, bir yastık kılıfında, bira şişesinin dibinde ya da bitmeyen yapboz da. Ama o aşk bitmez. Aşk bir odadan sineğin çıkışı gibidir ya da taksiden yolcunun inmesi. Sinek sesini bırakır, yolcu parasını. Gitse de bir izini bırakır. Sen gittiğinde aşk bir kalemin ucundaydı, şimdi  kağıtta, bir çay tabağındaydı az önce, şimdi sigaramın külünde. Aşk boşlukta kaybolup gider mi? Odamdaki duvarda kalır belki, belki otobüs durağımda bekler beni her sabah. Formamdaki armada kalır aşk, çayımın deminde, tavladaki kapılarımda saklanır. Bir sakız falında çıkar belki karşıma, belki de martıya atacağım simidin susamında. Hep saklanır.
Sahi sen hiç gördün mü aşkı? Bende görmedim. Hissettim sadece. Zaten gözler asla görülmesi gerekeni görmez. Gözlere kızmamak gerek. İyi yanları da yok değil. Mesela gözler asla yalan söylemez. Aşk sadakattir aslında. Küçük Prens’in çiçeğine duyduğu gibi bir sadakattir. Diğerlerinden  ayıran bir sevgi.

Eğer aşkın benden giderse, tabutumu kendi ellerimle kapatacağım.

Gecemin Güneşi

Yine o sıradan bol kahve ve sigaralı gecelerden biriydi. Dışarıya baktığımda birkaç sokak lambası görüyordum. Bir de deniz feneri. Sarı yanıyordu. Bir papatya rengi gibiydi. Sonra aklıma geldi. Bir papatya kadar güzeldi içi, temizdi. Hayır yanlışım var. Papatyadan daha güzeldi. 
Bir yazı okudum. Gezinirken. Zaten okumadan yaşayamam ki ben. Hissettim onu yazanı benim yanımda. Sanki o okuyordu bana. Karşımdaki tahta kollu, beyaz koltuğa oturmuş bütün samimiyetiyle bana okuyordu yazısını. Bir yazı demek, onun hayatı demekti. Ben dinledim, sonuna kadar. Birden şu sessiz, hafif puslu ama dibine kadar karanlık, sıkıcı, hareketsiz geceme güneş doğmuştu sanki. Birlikte yanmanın zamanı mıydı şimdi? Oysa dudaklarına götürdüğü sigarayı ben kendi ellerimle sarmıştım. Şimdi ben ona dokunmuş oldum mu? O da beni hissetmiş midir yanında? Belki de bu yazıyı okurken hisseder. Onun yaptığı kahveyi içerim bende. Kollarımda uyumasını isterim ondan sevişmekten ziyade. Sadece ruhunu isterim. Bazen de kokusunu. Gözleri baksın bana da aslında ben başka bir şey istemem. Her gecem böyle güzel olsun isterim sadece.

Sen gel benim her gece güneşim ol. Sonra ben senin Bragi’n* olurum sen de benim Idunn’um.** Hep genç. Hep öğrenen. Hep okuyan kalalım. Senin elmalarını yiyerek sonsuza kadar aşk dolu yaşayalım. Ben sana her gün sayfalar yazarım. 

*Bragi : İskandinav mitolojisinde bilgelik ve şiir tanrısı. Odin ve Frigg'in oğlu, Idunn'un eşidir.
**Idunn : İskandinav mitolojisinde ebedi gençlik tanrıçasıdır. Sahip olduğu elmalarla diğer tanrıların da ölümsüzlüklerini muhafaza etmelerini sağlar. 

Aylaklık

Aylaklık nedir sen bilir misin? Biraz anlatayım istersen. Aylaklık sabah kalktığında elini yüzüü yıkamadan, bir yudum bile su içmeden o kupkuruz boğazından geçmesini istediğin şeyin lanet bir sigara olduğunu düşünmektir. Aylaklık o sigara bittikten sonra yataktan kalkıp acaba bugün ne olacak da ben üzülmeyeceğim, beni etkilemeyecek diye düşünmektir. Ama sadece düşünmekle kalır bu. Eğer bi aylaksan bir güvercine başka bir güvercinden gelen flört teklifine bile üzülebilirsin. Bir ağaçtan düşen yaprağa. Ya da çakmağının gazının azalmasın. Veya bir Zippo alacak paranın olmamasına bile üzülebilirsin.

Ne oldu? Bugünde mi kahvaltı yapmayı unuttun? En son ne zaman kahvaltı yaptınki zaten? Onun aynadan bir başkasına baktığını düşündüğün sabah mı kaçmıştı iştahın? Ya da… Neyse düşünmesi bile berbat ‘O’ başkasının dokunduğunu ya da ‘O’ nun bir başkasını arzuladığını. Ne oldu da düşün sanki. Ölür müydün düşünmesen? Yine üzdün kendini dostum. Yine kendini düşünmedin. Sen tam bir aylaksın adamım.

Yeni bir paket sigara alınca rahatladın mı? Düşünmüyorsun değil mi paranın ne zaman biteceğini? Ne önemi var ki. Biterse para sende bitersin bütün gün evde oturusun. Tabii bir evin kalırsa. Kalmadı mı? Öldür o zaman kendini. Zaten düşünmez ve sevmezdin sen kendini. Öldükten sonra ne olacağını da düşünmedin sen ‘O’ nu düşünmekten. Belki de bu yüzden ölüyorsun sen. Belki de ‘O’ nun yüzünden.

Peki ya buna değer miydi, ‘O’ senin hayatından önemli miydi?
Sen bir aylaksın bir sigara bile senden değerlidir. Çünkü sen bir hiçsin. Sen aylaksın dostum kendine değer vermeyen bir yaratık. Fazlalıksın sen bu dünyaya. Varlığın zarar. Ama elden ne gelir ki.

Evet duydum elinden birşey gelmez..

Bir Çaya Bir Sigaraya

Kendime dedim ki bu gece erken uyuyayım, olmadı. Her gece aklıma gelirdin bu gece gelmemiştin hiç. Ancak uyumadım ve gidip bir kahve daha yaptım ya kendime. O an çok farklı bir şey oldu. İlk kez sevişmelerimiz geldi aklıma. Acaba benden sonra kaç kişiyle seviştin. Ben mi? Hiç. Acaba o sevişmeler gerçek miydi? Hiç sanmıyorum. Çünkü sen bana demiştin. Seni sevmiyordum demiştin. Nasıl gerçek olabilir ki. Beni değil vücudumu istemişsin sadece. Hani bir defasında dizlerine yatmıştım ne anlattığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi açtığımda ağlıyordun. Gözyaşlarınla yıkamıştın beni hatırladın mı? Peki onlar gerçek miydi? Bir keresinde de kavga etmiştik. Ben sinirden baterinin başına geçmiş çalıyordum. Çok basit olmasına rağmen Hotel California çalıyordum. Arkamdan gelip ellerini omuzlarıma koymuştun. Sinirim geçtikten sonra sana dönmüştüm ve sen yine ağlıyordun. Bir dakika sen hep ağlardın ki zaten. Hangisi yalan hangisi gerçek karıştırırdım.

Bana demiştin. Kadının olayım senin diye. Sen hep benim kadınım kalacaksın. Ancak ben senin hiçbir şeyin. Sana yazdığım yazıları okurdum sana. Kafede çay içerken. Elimden tutardın beni. Mutlu olurdun. Onları da hatırladın mı? Sana hep süpriz yapardım. Beklenmedik anlarda çıkardım karşına. Okulumuz benim evime 200 metre senin evine 5 kilometre civarı uzaktı. Hemde ters yöne. Ben her sabah senin evine gelirdim yürüyerek. Hatırladın mı? Sen başkasıyla her gün kolkola gezip onu öperken ben seni uzaktan izlerdim. Hatta birgün ona sarıldığında beni görmüştün tek başıma sizi izlerken. Hatırladın mı? Hatırladın mı be seni ne çok sevdiğimi. Senin için canımı verirdim ben. Şimdi bir özür dilemelisin benden. Sevgimi haketmeyip yıllarımı çöpe attığın için. Sen yine mutlusun değil mi? Yine bulmuşsundur sen yeni birini. Haberin geliyor bana. Sende beni sormuşsun birine. Çok merak ettiysen söyleyeyim ben sana. Eski bir türküye müptelayım bu sıra. Bazen bir acı giriyor kalbime. Bi bakıyorum yine yapayalnızım. Düşünüyorum bomboş bakıyorum herkese. Bir çaya bir de sigaraya müptelayım şu sıra.